20 Nisan 2016 Çarşamba

UMUTVAER



Yılbaşı günü, 2015 yılı için “olumlu” olmaya karar vermiştim. İş arkadaşlarım memnun olmuşlar, bütün gün birlikte çalıştığım dostum, yıl boyunca önceleri neredeyse her gün, sonra da sıklıkla, bu kararımı hatırlatmak zorunda kalmıştı. 2016’da en yakın arkadaşlarım bana “artık seni görmek istemiyorum, içimi karatıyorsun” dediler. “Bu kadar karamsarlık yerine artık biraz da umut ver”, diyenler oldu. Ben de hak verdim. Bana 2015’te hatırlatan dostumu iş değişikliği nedeni ile artık göremediğim için, 2015 yılı başında aldığım o kararımı ancak bu vesile ile hatırlamış oldum ve... facebook’ta umutvaer isimli bir grup açtım!

Bu grup sayfasında “iyi ve mutlu ve olumlu” gördüğüm şeyleri paylaştım ve bir de bana olumlu olmayı telkin eden bütün diğer arkadaşlarımı da gruba davet ederek paylaşmalarını istedim. Davet ettiklerimin yarısı zaten gruba katılmadı. Katılan ve şu anda gruba üye olan 187 kişi içinde, sadece 3 kişi (birisi ben) paylaşım yapıyor. 4-5 kişi ise bunları BEĞENmiş...

2016 yılı benim için daha az insanı gördüğüm ve daha çok TV, haberler ve tartışma programlarından ibaret bir yıl oldu, şu ana kadar. Titanic filmini izlerken bile Türkiye Cumhuriyeti çağrışır oldu kafamda. Ben, kendilerini Cumhuriyet Nesli olarak tanımlayan ve bunu varlıklarının dayanağı olarak özümsemiş bir ana-babanın oğluyum. Öz ve kayın babalarım, dedelerim hep kişisel ve mesleki hayatlarını, Cumhuriyete ve kazanımlarına vakfetmiş, hizmet vermiş insanlar. 54 yıllık yaşamımın 19 yılını tam, 14 yılını yarım zamanlı olarak yurt dışında geçirdim, okudum, çalıştım, yaşadım. Yani ömrünün yarısı yurt dışında geçmiş, ikinci bir ülke tabiyeti de almış biriyim. Bunun sonucunda, bir yandan gayet cumhuriyetçi, idealist, Atatürk ilkelerine bağlı, ülkenin bağımsızlığı ve kalkınmasından yana, diğer yandan din karşıtı, bilime inanan, batı öğretileri içinde eğitilmiş, farklı kültür gözlüklerinden bakan bir kişiliğim var. Ne kadar Türksem, bir o kadar da, İtalyan, Fransız, Alman, Amerikalı, Kanadalı, Afgan, Mısırlı, Katarlı vs karmasıyım. Lahmacunu, türküyü, izmir tulumunu ne kadar seviyor ve anlıyorsam, pizza’yı, Mozart’ı, camambert’i de o kadar seviyor ve anlıyorum. Cumhuriyetin çağdaşlık ve bağımsızlık kazanımlarını, Türkçemi bağrıma basıyorum, kendimi bunlara ait hissediyorum. Bunları sahiplenmek, korumak ve geliştirilmek üzere yetiştirildim. Dedeler ve atalarımda Çerkezlik, Boşnaklık olsa da, ben kendimi Türk hissettim hep; Türküm diyerek mutlu olanlardan oldum.

Kafa karışıklığı veya çeşitli yetersizliklere karşı birikimimi, emeğimi bilgimi esirgememek için, çok sayıda sivil toplum örgütü içinde yer aldım ve almaktayım. Siyasi hareketler içinde yer aldım ve almaktayım. Siyasi parti kurucusu ve sorumlularından oldum. Mesleki aktivistlik yaptım ve yapıyorum. Amacım hep ülkenin mevcut birikimini koruması ve geliştirmesine katkı sağlamak oldu ve hala öyle.

Bugün, bilgi, sanat, spor üretmemek, cehalet, savaş, ekonomik çöküş, dünyadan kopuş, kadın ve çocuk istismarı,  hırsızlık, ben-merkeziyetçilik, ülke tarihinde görülmemiş boyutta. İlelebet müdafaa ve muhafaza etmem için emanet edilen bütün değerlerimiz, geleneklerimiz, birer birer ortadan kaldırılmakta.

Batı ülkeleri de dahil, asla başkasına özenmeyi ve onlardan olmayı istemediğim halde, şimdi en geri, en aykırı ülkelere özeniliyor, onların gelenekleri, dilleri, dinleri dayatılıyor. En acı olanı ise bunların, başta kadınlarımız olmak üzere, halkın çoğunluğu tarafından büyük bir istekle benimseniyor olmasını görmek.

İnsanlık alemine yegane katkımız olan, tüm milletlerin alkışladığı Türk Devrimimiz, görüyorum ki, sahipsiz. Ben ve benim gibi olduklarını düşündüğüm ancak nüfusa oranla binde beş civarında olduğunu zannettiğim insanların bu duruma engel olmasının ne kadar mümkün olduğuna dair iyimser değilim.

21nci yüzyıla girerken, Cumhuriyetin kuruluşundaki bazı aksamalar ve hataların da giderilerek, daha özgürlükçü, daha katılımcı demokrat ve daha çok bilgi, sanat, spor üreten, hoşgörülü bir ülke olabileceğimize, aramızdaki bazı geleneksel anlaşmazlıkların giderilebileceği ve kendisi ile barışık bir toplum olabileceğimiz beklentisi ve ümidini yaşarken, bugün, 21nci yüzyılın on altıncı yılında, ülkemiz orta çağın bile en geri ülkelerinden biri düzeyine gerilemiş durumda ve halkı bundan memnun! Yani zaten bir şey yapamayacağım gibi, milletimizin bu yönde bir talebi de yok; orta çağ yobazlığına dair inatçı bir tercihi var. Ben ve benim gibi olanları istemiyor. Tıpkı benim yobazlığı, cehaleti, ilkelliği istemediğim kadar... Ne oldu, nasıl oldu bu duruma gelindi?

Milletin bu tercihini ve/veya ihanetini de, bunu görememiş olmayı da, hayret ve öfkeyle karşılamaktan kendimi alamıyorum. Yukarıda bahsettiğim binde beşlik kitle içindeki arkadaşlarımın bile önemli bölümünün hala bu durumun farkında olmadıkları, ya da kafalarını kuma gömdüklerini hissediyorum.
Bu ne nefret, bu ne kin, din ve intikam duygusuymuş? Ülke aydınları da ne kadar aymaz, saf ve uyuşukmuş?!

Dün bir dostum bana sağlam durmamız lazım dedi. Fırtına, sel, depreme karşı fener olmamız lazım dedi. Bu ahval ve şerait içinde bile, umut var denmesine ve bana umut verebileceklere çok ihtiyacım var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt içi ve dışında olanlarının tamamı sanırım 83 milyon civarında olsa gerek. Bunun binde beşi olan 400bin kadar kişinin tamamı ile tanışmak ve irtibat halinde olmak isterim. Neredeyseniz, ses veriniz.