Yılbaşı
günü, 2015 yılı için “olumlu” olmaya karar vermiştim. İş arkadaşlarım memnun
olmuşlar, bütün gün birlikte çalıştığım dostum, yıl boyunca önceleri neredeyse
her gün, sonra da sıklıkla, bu kararımı hatırlatmak zorunda kalmıştı. 2016’da en
yakın arkadaşlarım bana “artık seni görmek istemiyorum, içimi karatıyorsun”
dediler. “Bu kadar karamsarlık yerine artık biraz da umut ver”, diyenler oldu.
Ben de hak verdim. Bana 2015’te hatırlatan dostumu iş değişikliği nedeni ile artık
göremediğim için, 2015 yılı başında aldığım o kararımı ancak bu vesile ile hatırlamış
oldum ve... facebook’ta umutvaer isimli bir grup açtım!
Bu grup
sayfasında “iyi ve mutlu ve olumlu” gördüğüm şeyleri paylaştım ve bir de bana olumlu
olmayı telkin eden bütün diğer arkadaşlarımı da gruba davet ederek
paylaşmalarını istedim. Davet ettiklerimin yarısı zaten gruba katılmadı.
Katılan ve şu anda gruba üye olan 187 kişi içinde, sadece 3 kişi (birisi ben)
paylaşım yapıyor. 4-5 kişi ise bunları BEĞENmiş...
2016 yılı
benim için daha az insanı gördüğüm ve daha çok TV, haberler ve tartışma
programlarından ibaret bir yıl oldu, şu ana kadar. Titanic filmini izlerken
bile Türkiye Cumhuriyeti çağrışır oldu kafamda. Ben, kendilerini Cumhuriyet
Nesli olarak tanımlayan ve bunu varlıklarının dayanağı olarak özümsemiş bir
ana-babanın oğluyum. Öz ve kayın babalarım, dedelerim hep kişisel ve mesleki
hayatlarını, Cumhuriyete ve kazanımlarına vakfetmiş, hizmet vermiş insanlar. 54
yıllık yaşamımın 19 yılını tam, 14 yılını yarım zamanlı olarak yurt dışında
geçirdim, okudum, çalıştım, yaşadım. Yani ömrünün yarısı yurt dışında geçmiş,
ikinci bir ülke tabiyeti de almış biriyim. Bunun sonucunda, bir yandan gayet
cumhuriyetçi, idealist, Atatürk ilkelerine bağlı, ülkenin bağımsızlığı ve
kalkınmasından yana, diğer yandan din karşıtı, bilime inanan, batı öğretileri
içinde eğitilmiş, farklı kültür gözlüklerinden bakan bir kişiliğim var. Ne
kadar Türksem, bir o kadar da, İtalyan, Fransız, Alman, Amerikalı, Kanadalı,
Afgan, Mısırlı, Katarlı vs karmasıyım. Lahmacunu, türküyü, izmir tulumunu ne
kadar seviyor ve anlıyorsam, pizza’yı, Mozart’ı, camambert’i de o kadar seviyor
ve anlıyorum. Cumhuriyetin çağdaşlık ve bağımsızlık kazanımlarını, Türkçemi
bağrıma basıyorum, kendimi bunlara ait hissediyorum. Bunları sahiplenmek,
korumak ve geliştirilmek üzere yetiştirildim. Dedeler ve atalarımda Çerkezlik,
Boşnaklık olsa da, ben kendimi Türk hissettim hep; Türküm diyerek mutlu
olanlardan oldum.
Kafa
karışıklığı veya çeşitli yetersizliklere karşı birikimimi, emeğimi bilgimi
esirgememek için, çok sayıda sivil toplum örgütü içinde yer aldım ve
almaktayım. Siyasi hareketler içinde yer aldım ve almaktayım. Siyasi parti
kurucusu ve sorumlularından oldum. Mesleki aktivistlik yaptım ve yapıyorum.
Amacım hep ülkenin mevcut birikimini koruması ve geliştirmesine katkı sağlamak
oldu ve hala öyle.
Bugün, bilgi,
sanat, spor üretmemek, cehalet, savaş, ekonomik çöküş, dünyadan kopuş, kadın ve
çocuk istismarı, hırsızlık, ben-merkeziyetçilik,
ülke tarihinde görülmemiş boyutta. İlelebet müdafaa ve muhafaza etmem için
emanet edilen bütün değerlerimiz, geleneklerimiz, birer birer ortadan
kaldırılmakta.
Batı
ülkeleri de dahil, asla başkasına özenmeyi ve onlardan olmayı istemediğim halde,
şimdi en geri, en aykırı ülkelere özeniliyor, onların gelenekleri, dilleri,
dinleri dayatılıyor. En acı olanı ise bunların, başta kadınlarımız olmak üzere,
halkın çoğunluğu tarafından büyük bir istekle benimseniyor olmasını görmek.
İnsanlık
alemine yegane katkımız olan, tüm milletlerin alkışladığı Türk Devrimimiz,
görüyorum ki, sahipsiz. Ben ve benim gibi olduklarını düşündüğüm ancak nüfusa
oranla binde beş civarında olduğunu zannettiğim insanların bu duruma engel
olmasının ne kadar mümkün olduğuna dair iyimser değilim.
21nci
yüzyıla girerken, Cumhuriyetin kuruluşundaki bazı aksamalar ve hataların da
giderilerek, daha özgürlükçü, daha katılımcı demokrat ve daha çok bilgi, sanat,
spor üreten, hoşgörülü bir ülke olabileceğimize, aramızdaki bazı geleneksel
anlaşmazlıkların giderilebileceği ve kendisi ile barışık bir toplum
olabileceğimiz beklentisi ve ümidini yaşarken, bugün, 21nci yüzyılın on altıncı
yılında, ülkemiz orta çağın bile en geri ülkelerinden biri düzeyine gerilemiş
durumda ve halkı bundan memnun! Yani zaten bir şey yapamayacağım gibi,
milletimizin bu yönde bir talebi de yok; orta çağ yobazlığına dair inatçı bir
tercihi var. Ben ve benim gibi olanları istemiyor. Tıpkı benim yobazlığı, cehaleti,
ilkelliği istemediğim kadar... Ne oldu, nasıl oldu bu duruma gelindi?
Milletin bu
tercihini ve/veya ihanetini de, bunu görememiş olmayı da, hayret ve öfkeyle
karşılamaktan kendimi alamıyorum. Yukarıda bahsettiğim binde beşlik kitle
içindeki arkadaşlarımın bile önemli bölümünün hala bu durumun farkında
olmadıkları, ya da kafalarını kuma gömdüklerini hissediyorum.
Bu ne
nefret, bu ne kin, din ve intikam duygusuymuş? Ülke aydınları da ne kadar
aymaz, saf ve uyuşukmuş?!
Dün bir
dostum bana sağlam durmamız lazım dedi. Fırtına, sel, depreme karşı fener
olmamız lazım dedi. Bu ahval ve şerait içinde bile, umut var denmesine ve bana
umut verebileceklere çok ihtiyacım var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
yurt içi ve dışında olanlarının tamamı sanırım 83 milyon civarında olsa gerek.
Bunun binde beşi olan 400bin kadar kişinin tamamı ile tanışmak ve irtibat
halinde olmak isterim. Neredeyseniz, ses veriniz.